Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat’in doğuşu
Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat’in doğuşu
Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat veya kısaca Ehl-i Sünnet tabirleri, Hz. Peygamber’in ve ashabının yolunu takip edenlere denir. Ehl-i Sünnet tabiri yerine Kurtuluşa erenler anlamında “Fırka-i Naciye” ve “Ehl-i Hak” tabirleri de kullanılmıştır. Buna göre Ehl-i Sünnet, Resulullah (s.a.v.) ve ashabının yolunu takip edenlerin aldığı addır. Diğerleri ise bu yoldan sapanlardır.
Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimizin terbiyesi altında yetişmiş olan ilk iman nesli Ashab-ı Kiram’ın Allah Resulünden alarak naklettikleri ilmi mirasa aykırı düşen zamanla bir takım sapık fırkalar ortaya çıkınca bu grupların savunduğu bozuk ve sapık fikirlere cevap verilmesi ve onlarla mücadele edilmesi zarureti ortaya çıktı. Bunun neticesi de Ehli Sünnet’in İtikadi ve Fıkhi mezhepleri doğdu. Yani bir mezhep olarak önce sapık fırkalar/gruplar ortaya çıkmış ve bu gruplar Peygamber (s.a.v.) ve sahabenin yolundan ayrılarak İslam’ı ana çizgisinden saptırmaya ve uzaklaştırmaya başlamışlardır. Bu ehl-i bid’at fırkaların ortaya çıkmasından sonra İslam’ın özünü, bizatihi kendisini savunma zaruretinden Ehli Sünnet kelamı ve fıkhı ortaya çıkmıştır. Bu tarihten sonra Ehli Sünnet ümmetin çoğunluğunu ve hakkı temsil ederek bu isimle anılmaya başlanmıştır. Bugün İslam dünyasının %90 Ehli Sünnet mezhebindendir.
Ehli Sünnet’in ana vasfı, Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Nebeviyye’ye dayanan temel İslâmî esaslara bağlılık ile Müslüman cemaatin devamı ve birliği için azamî gayret sarf etmektir. Ehl-i Sünnet inancının teşekkülünde en önemli yeri Hasan el-Basrî (r.h.) işgal eder. Ondan sonra ise Ehl-i Sünnet’in itikadî görüşlerinin şekillenişinde ve fıkhının oluşturulmasında Ebu Hanife rahmetullahi aleyh etkili olmuştur. Ebu Hanife’den sonra, ehl-i bid’at fırkaların itikadî sahadaki faaliyetlerine karşı Ehl-i Sünnet’in esasları geliştirilmiştir.
Bugün bir takım Selefi akımlar çıkıp Ehli Sünnet tabirini kendilerine mal etmeye çalışmaktadırlar. İlk dönem âlimleri olan ve mezheplerin çıkışından önceki dönemi kapsayan Sahabe ve Tabiin dönemi “Selefiyye” ismiyle anılmaktadır. Tabii ki bu ilk devir uleması Ehli Sünnet’in belkemiğidir. Ancak son 200 yıldır ortaya çıkan ve kendilerine “Selefiler” ya da “Vehhabiler” denilen zümrenin bu Selef-i Salihin’le karıştırılmaması gerekir.
Bu yeni selefiler bir nevi mezhepsizlik mezhebini oluşturmaktadırlar. Bu düşünce ise aslında –Üstad Said Havva’nın da dediği gibi- Müslüman sayısı kadar mezhebin ortaya çıkmasına çağrı demektir. Yani bunlar dördü bire indireyim derken aslında milyonlara çıkarmaktadırlar. Bu ise ümmet içerisinde kargaşa ve anarşiden başka bir şey doğurmaz.
Türkiye’de hem dış destekli selefi gruplar ve hem de ilahiyat bilimcileri tarafından maalesef gerek açıktan ve gerek gizli olarak çok kesif bir mezhepsizlik propagandası yapılmakta, âlimler küçük düşürülmeye, özellikle de dört mezhebin fıkhi kaynakları çökertilmeye çalışılmaktadır. Bu son derece tehlikeli neticeler doğuracak ve hatta sonu İbahiyye’ye (her şeyi mübah/caiz görmeye) varacak çıkmaz sokaktır.